Evliya Çelebi pırıl pırıl havayı, masmavi gökyüzünü gördüğünde, renk renk güller ve çiçeklerle bezeli parkta bir gezinti yapmaya ve bu olağanüstü havanın tadını çıkarmaya çoktan karar vermiş olarak kendi kendine gülümsedi.

Gülhane Parkı, bir zamanlar ülke yönetiminin kalbi olan sarayın arka bahçesiydi. Parkın saraya doğru açılan kapısından çıkan Çelebi, yol boyunca sakin, dingin adımlarla yürümeye başladı. Yokuşu çıkarken yeleğinin içindeki defterini yoklayıp yerinde olup olmadığına da bakmayı ihmal etmedi.

Yokuş bitip saraya ulaşmadan padişahın seyir terasına varmıştı bile ve bu, eşsiz İstanbul Boğazı’na uzun uzun bakmak için yakalayabileceği en güzel fırsattı. Gözlerini kısıp karşı yakadaki Üsküdar sahilini uzun uzun izledi ve o an aklına tabii ki çok sevdiği arkadaşı Hezârfen Ahmet geldi. Uçmaya olan tutkusunu çok iyi bildiği için de, yine Galata’da rüzgârı ölçüyordur, diye düşündü gülümseyerek. Boğaz’ın karşı yakası boyunca uzanan ve âdeta Bizans’a dokunmak istermiş gibi elini uzatmış olan bu toprakların aslında bambaşka bir kıta olmasına bir kez daha şaşırmadan da edemedi.

Evliya Çelebi’yi Evliya Çelebi yapan merak ve keşfetme duygusu Hezârfen’i Hezârfen yapan uçma isteği ile buluşup boğazın ışıltılı manzarası üzerinde dans etmeye başladığında, Evliya istemsizce yeleğinin içindeki deftere dokunarak aklından şunları geçirdi: “Gözümün gördüğü bu yerler, bu şehir, bu Boğaz dünyanın en güzel yeri.”

Üsküdar sahiline son bir bakış atan Evliya Çelebi arkasını döndü ve saraya girdi. Topkapı yüzyıllara meydan okuyordu. Bir zamanlar bir imparatorluğun kalbi olan bu yer 15. yüzyıldan bu yana ayaktaydı.

Evliya ağır adımlarla sarayın ön kapısından çıkıp Ayasofya’ya doğru ilerledi, nihayet dayanamayarak defterini çıkardı ve defterine Ayasofya’nın yapılışı ile ilgili ayaküstü notlar aldı.

Evliya defterini kapattı ve tekrar yeleğinin iç cebine sıkıştırdı. Yazarken yürümeye devam etmiş olduğunu fark edip izlediği yolun onu Milyon Taşı’na getirmiş olmasına bir an şaşıran Evliya Çelebi, “Yaman adammış şu Konstantin.” diye düşündü, “İstanbul’u ‘Yeni Roma’ (Nova Roma) yapacağım diye Eski Roma’daki tüm yapıları İstanbul’da yeniden inşa etmeye girişmiş.” Bu da Roma forumundaki kardeşinin İstanbul’daki eşiydi. Kim bilir günde kaç kişi yanından geçip gidiyordu bu taşın ne olduğunu bilmeden.

Yürümeye devam ederken bir ara mendilini çıkarıp alnındaki terleri silen Evliya, kafasını kaldırınca bu kez de Yerebatan Sarnıcı’na çok yakın olduğunu gördü. Vaktinde şehrin su ihtiyacını karşılamak için yapılmış bu sarnıç, bir sarayı andırıyordu. Hele ne zaman o yılan saçlı Medusa figürlerini görse Evliya’nın tüyleri diken diken olurdu. Burası gibi bir yerin eşi benzeri yok, diye düşündü Evliya. “Gerçi zaten İstanbul’un yeryüzünde benzeri yoktur ya...”

Evliya Çelebi bir an durdu. Düşündü ve pek hoşuna giden bu cümleyi de cebinden çıkardığı defterine not ederek İstanbul’u adım adım gezmeye devam etti.